Devlin, Hart ve Mill; Eşcinsellik
Patrick Devlin’e göre öncelikle eşcinselliği sadece
varlığı itibariyle suç sayılacak kadar iğrendirici bulup bulmadığımızı
sorgulamalıyız. Eğer buluyorsak toplum olarak bunu ortadan kaldırmaktan daha
doğal bir hakkımız yoktur. Ona göre eşcinselliğin toplum ahlakına aykırı olduğu
bir gerçektir. Ve madem ki bu fiil toplum ahlakına aykırıdır o zaman topluma
hiçbir zararı olmasa dahi yaptırımı hak eder. Çünkü modern ve asıl olması
gereken toplumun heteroseksüel toplum olduğunu savunur. Ancak J. Stuart Mill,
Devlin’in tam aksine insanların herhangi bir eğilimden ötürü topluma karşı
sorumlu olabileceği hususun, o eğilimin başkalarını da ilgilendirdiği yahut
zarar verdiği zaman geçerli olduğunu düşünür. Sadece kişiyi ilgilendiren
kısmında kişinin bağımsızlığı onun en tabii hakkıdır. Yani kişi kendi öz vücudu
ve düşünceleri üzerine tam anlamıyla başına buyruk davranabilir.
Bu hususta H.L.A. Hart, Devlin’e cevap verir ve kamu
ahlakının cinsellikle bir alakasının bulunmadığını, bu ikisi arasında bir bağ
kurmaya çalışılmasını bireylerin özlük haklarının ihlali olarak gördüğünü
ayrıca Devlin’in eşcinsellikle ilgili ortaya attığı tüm savların ampirik
delillerle desteklenmediğini ve geçerliliği olmadığını savunur. Ona göre toplumların
ahlak kuralları zamanla değişir bu sebeple ahlak kuralları sonsuza dek
devamlılığını sürdüremez ve bu yüzden korunması gibi bir gerekliliği de yoktur.
H.L.A. Hart ve J. Stuart Mill’in temel düşüncesi
toplumsal ahlaka aykırı olsa dahi başkalarına zarar vermeyecek ya da tehlikeye
sokmayacak eylemlerin hukukun konusu olmaması gerektiği yönündedir. Hart, bu
durumu şöyle örneklendirir;
Bireyler arasında rızaya dayalı, gizli olmayan
eşcinsel ilişki genel kabul gören ahlaka aykırıdır lakin kamu adabına karşı bir
eylem değildir, buna karşı açık bir şekilde eşcinsel bir ilişki yaşanıyorsa her
ikisi de söz konusu olur.
Mill ise toplumda asırlardan beridir süregelen
eşcinsel ilişkiyi kendine has somut zarar ilkesiyle ilişkilendirir. Toplum ya
da bir kesim tarafından kişilerin kendi istedikleri gibi yaşama ya da davranma
hakları o toplumdaki vatandaşlara bir zarar veya tehditte bulunmuyorsa
ellerinden alınamaz veyahut bu sebeple bir yaptırıma tabi tutulamazlar. Bir
kesim bunu doğru buluyor veya bulmuyor diye kişiler cinsel eğilimlerinin
değiştirilmesi yönünde tehdit edilemez ve mutsuzluğa sürüklendirilemezler. Hart ve Mill eşcinselliğin cezalandırılmaması
hususunda aynı görüşe sahip olsalar da Hart, zarar ilkesiyle Mill’i eleştirir.
Paternalistik bir yaklaşımla kişinin kendine vereceği herhangi bir zararın
devlet tarafından hukuk yoluyla düzenlenmesi gerektiği tezini ortaya koyar.
Lakin Mill bu paternalistik yaklaşımı reddeder ve hukukun iş alanına girmeyen
özel bir ahlak veya ahlaksızlık alanı oluşturulması gerektiğini savunur.
Devlin’e göre de ahlaksızlığın bastırılması tamamen
hukukun iş alanındadır ve cinsel ahlaksızlık gizli olarak yapılsa dahi en kötü
suçlarla eşdeğerdir. Zira en gizli yapılan ahlaksızlık bile toplumsallaşma
eğilimindedir ve bu da tek başına bir zarar eylemidir.
Ronald Dworkin ise özel hayata hukuk tarafından müdahaleye
karşı bir diğer düşünürdür. Karar her zaman nesnel ve objektif olarak verilmelidir.
Toplumun hiçbir kesimi veya kanun koyucu keyfi bir şekilde sadece bundan haz
etmedikleri için eşcinselliğin yasaklanmasını veya mutlak yaptırımını bir hukuk
kuralı olarak dayatamaz. Somut zarar yalnızca tiksinti ya da eşcinsellikten
hoşlanmama olarak açıklanamaz ancak ampirik bulgularla desteklenirse somut bir
zarar olarak nitelendirilebilir. Yani makul ve rasyonel bir sebebe
dayandırılmalıdır. Zaten eşcinsellik gayri ahlaki bir eylem olarak kabul edilse
bile eşcinsellerin bunu isteme haklarına dokunulmamalı ve hukukun dahil
edilmediği bir alan oluşturulmalıdır. Çünkü insanlar özgür bireyler olarak
istedikleri hayatı yaşamakta da özgür bırakılmalı ve en başta hukuk bunu
korumalıdır.
Ayrıca hukuk, yaptırımını zoraki olarak icra etme hakkına sahip olduğu için sonucu eşcinsel bireyleri olumsuz yönde etkileyecek kararlar verirken tek başına karar merci olmamalıdır. Bu da sivil toplum kuruluşları ve derneklerle pek tabi mümkündür.
Mill, Hart ve Dworkin’in görüşüne göre Halil İbrahim Dinçdağ, eşcinsel birlikteliğini özgürce yaşama hakkına sahiptir. Bunu gizli ya da aleni yapmasında da hiçbir sakınca yoktur. TFF’nin verdiği karar nesnel veya gerekli bir karar olup olmadığı konusunda araştırılmalı ve Sn. Dinçdağ’ın açtığı dava buna göre sonuçlanmalıdır. Zaten dava hem maddi hem manevi yönden Dinçdağ’ın lehinedir. Çünkü Dinçdağ eşcinselliğiyle kimseye zarar vermemektedir. Kendine verdiği bir zarar da söz konusu değildir. Bir birey olarak mutluluğu ve tatmini de düşünüldüğünde TFF’nin onun özel hayatını haksız yere aleyhine kullandığı açıkça görülmektedir. Ayrıca ilgili kanun maddesi gereğince TFF’nin Dinçdağ’ı eşcinselliği hasebiyle işten çıkarması durumunda suç işlediği açıkça ortadadır. Çünkü Türkiye’de eşcinsel cinsel ilişki 1858’den beri yasal olmakla birlikte herhangi bir suç teşkil etmez.
Devlin’in görüşüne baktığımız zaman yukardaki
düşünürlerden tamamen farklı olduğunu görürüz. Şuan hayatta olsa ve kendisi
TFF’de karar mercii olsaydı muhtemelen TFF’nin “makul insan” kriterinde
olduğunu ve neyin ahlaka aykırı olup olmadığına karar vermede yeterli olduğunu,
bu yüzden eşcinselliğin de pek tabi ahlaka aykırı olduğu için TFF’nin kararının
yerinde olduğunu savunurdu. Çünkü ona göre eşcinsellik moderniteye tamamen
aykırıdır, toplum ahlakını bozar, vatan hainliğiyle eş değerdir bu yüzden
hukuki olarak Dinçdağ’ın işten çıkarılması yerinde bir karardır.
Muhtemelen Devlin bu hususta yukardaki üç düşünürle
tartışmaya girer bunun sonucu büyük bir kamuoyu krizi ortaya çıkardı çünkü ne
yazık ki bu tür olaylar sıkça meydana gelmektedir. Lakin mantık çerçevesinde
baktığımız zaman Dinçdağ’a işi geri verilmeli, tazminatı ödenmeli ve toplum
nazarında kaybettiği itibarı geri kazandırılmalıdır.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Yorumlar
Yorum Gönder